Hayat Zalimse Kahkaha İsyandır
Hayatın keyifli olduğu kadar bizleri zorlayan, sınavlardan geçirdiğini hissettiren dönemleri olduğunu görüp yaşayarak öğreniyoruz. Güçlükler, sıkıntılar, üzüntüler, acılar, kayıplar bazen üst üste öyle biner ki, ne olduğumuzu şaşırır, kaderci bir ruh haline bürünüp hayatı kişiselleştirir, bize kastı olduğunu, bütün bu zorlukları önümüze çıkarmaktan zevk aldığını düşünmeye başlarız. Duruşumuz değişir, yüzümüz asılır, içimize kapanır, gündelik hayatta daha önce bizi mutlu ettiğini düşündüğümüz birçok şeyden uzaklaşmaya, sohbetlerden sıkılmaya, keyifli vakit geçirdiğimiz insanlardan kaçınmaya başlarız. Yetersizlik ve çaresizlik hissiyle dolduğumuz, kahkahayı ve gülmeyi unuttuğumuz, gülümsemeye bile yabancılaştığımız bu ruh hali bizi daha da mutsuz eder; girdiğimiz kısır döngü günleri çekilmez hale getirip hayatı bir işkenceye çevirir ve psikolojik dengemizin bozulmasına yol açarak çeşitli rahatsızlıklara zemin hazırlar.
Ne var ki, yaşadıklarımız çoğu zaman toplum düzenindeki aksaklıklardan ve sosyal yaşam tarzından doğan, hangi durumda neleri nasıl yapmamız gerektiği konusundaki gelenekleri, kuralları oluşturan kültürün kişiyi birçok durumda eyleme geçmekten alıkoyan, çözümü başkalarına bırakmamız gerektiği düşüncesini yerleştiren yönlendirmelerinden kaynaklanan tıkanıklıklardır. Bütün bu aksaklık ve tıkanıklıkların yanı sıra öncelikli işlevi toplumun devamını sağlamak olan ama söz konusu toplumdaki güç odakları tarafından kolaylıkla dönüştürülüp bu kişi ve grupların çıkarlarına hizmet etme dinamikleri yüklenerek güncellenebilen bir yazılım olarak da değerlendirebileceğimiz kültür, böyle durumlarda toplumdaki olumsuzlukların gizlenmesi ve eleştirilerin engellenmesi çabası doğrultusunda bireylerin kendi işlerine güçlerine bakmalarını salık veren söylemleri ön plana çıkaran, bir yandan da sömürü düzeninin en verimli şekilde devam edebilmesi için hayattan keyif almaya yönelik eylem ve etkinlikleri sıkı denetim altında tutarak olumsuzlukların mizah yoluyla bile ifade edilmesini önlemeye çalışan bir mekanizma olma görevini üstlenir.
Bazen işler öyle bir boyuta gelir ki, toplumun değerlerini korumayı üstüne vazife edinmiş bir görüntüyle ortaya çıkıp muhafazakâr söylemler üzerinden prim yaparak belli konumlara gelenler ya da benzer konumlara ulaşmak için aynı yöntemlere başvuranlar, gülüp eğlenmeye, hoş vakit geçirmeye yönelik davranışların, etkinliklerin, alan ve mekânların kısıtlanması, neredeyse yok edilmesi için ellerinden geleni yaparlar. Kimi zaman kadınların kahkaha atması bir yana biraz yüksek sesle konuşmalarına bile tepki gösterebilirler, kimi zaman türlü bahanelerle eğlence yerlerinin çalışma saatlerine kısıt getirirler. Arkadaşlarıyla bir masanın etrafında toplanıp eğlenceli vakit geçirmek isteyen insanları sarhoş, ayyaş, serseri gibi olumsuz niteliklerle etiketleyip itibar suikastlerine girişebilirler. Gülüp eğlenmek sadece düğün ya da kişilerin dost ve arkadaşlarıyla bir araya gelip hoş vakit geçirmeye çalıştığı toplantılar gibi kısıtlı etkinliklerde o da “usturubuyla” yapılması gereken bir ritüele dönüştürülerek doğasından saptırılır. İnsanların gülüp eğlenerek rahatlama ihtiyacının farkında olan, hatta toplumdaki aksaklık ve tıkanıklıkları bu yolla hafifletmeye çalışan bazı ülkelerde bu amaç doğrultusunda festivaller ve çeşitli eğlence etkinlikleri düzenlenir. Ne var ki, yalnızca maddi olarak değil kültürel olarak da yoksullaştırılıp yozlaştırılan ülkelerde çeşitli etkinlikler düzelse bile bu organizasyonlar çoğu zaman insanları gülüp, eğlendirip, rahatlatmaktan uzak kalır.
Oysa insan nihayetinde mutlu olmak için yaşar; yaşamın karşısına çıkardığı zorlukları, endişeleri, korkuları, üzüntüleri gülüp eğlenerek bir nebze olsun hafifletmeye çalışır. Bu duyguyu yaşayamadıkça içten içe sıkıntıları ve öfkesi artar. Bu nedenle tek bir kişi ya da küçük bir grubun çıkarları uğruna insanların mutluluğunu göz ardı eden yaşam düzenleri bir noktada yok olmaya mahkumdur. Bu noktada gülmek bulaşıcı olma özelliğiyle insanlardaki bir ve beraber olma duygusunu uyandırırken birlikte harekete geçebilme potansiyelini de yükseltir. Zalimlikleri ile bütün toplumu tir tir titreten diktatörlerin insanların gülmesinden korkmalarının gerisinde yatan temel neden de budur. Sosyal medyada sıklıkla kullanılan bir slogana dönüşen “Gülmek devrimci bir eylemdir,” söylemi de bu düşünceden yola çıkar.
Sorunlar yumağının her geçen biraz daha düğümlenip karmaşıklaştığı, acının her türlüsünün harman olduğu bu coğrafyanın insanı günümüzde gülüp eğlenerek rahatlamaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyarken, bu ihtiyacını karşılayamadığı oranda patlayıcı maddesi öfke olan bir bombaya dönüşüyor. Bu biriken enerji tıpkı yıllardır beklenen büyük deprem tehdidi gibi her geçen gün daha tehlikeli bir hale evriliyor. Bu noktada belki de yapılması gereken şeylerden biri de inadına gülmek ve eğlenmek için bahaneler bulmak çünkü kahkaha kitlelerin köleleştirilmeye çalışıldığı bozuk düzenlere karşı direnişin en güçlü simgelerinden biridir.