Anlatım, Mahremiyet, Film & Bulgur Pilavı
Geçenlerde karşıma şöyle bir alıntı çıktı: “Unutulma da bir sır değilse bile sessizliktir. En azından Avrupalılar için, unutulma artık hakları dahilindedir ve bu hak sayesinde kamuya açık hale gelmiş olanı gizli tutmaya çabalayabilirler. Belki de unutulmak, bugünlerde umabileceğimiz yegane mahremiyet biçimidir.”
Bilmediğin bir şeyi anlatmak imkansız, iyi bildiğin şeyleri anlatmak ise daha az çabayla daha iyi sonuç almanın bir yolu, ben de bu nedenle kendi gördüklerim ve yaşadıklarımdan elimden geldiğince yararlanmak istiyorum hatta isimleri değiştiresim de gelmiyor, neticede bu benim bakış açımla yazılan gerçekten bir kesit o kadar, bir itham, hakaret ya da başkasının özel hayatı değil. Etrafımda duyduklarım karışık, olumlu yaklaşanlar da var olumsuz yaklaşanlar da. James Joyce'un etrafında romanlarına malzeme olmaktan endişe edenler hatta bu yüzden onunla iletişimden kaçınan kişiler olduğunu okumuştum. O nedenle endişelenebileceğini tahmin ettiğim insanlara bundan söz etmiyorum. Hiç yurtdışına çıkmadım, Türkiye'nin gördügüm şehirleri de sayıca fazla değil lakin bu olumsuz tavır bana çoğunlukta gibi görünüyor.
Öyle olmasa bile bütün bir işi sekteye uğratma potansiyeli her zaman mevcut, örneğin film için yurttaki yemekhane sırasını çekmek amacıyla tripodu kurarken bana "Sırayı mı çekiyorsun çek çek halimiz görünsün" diyen birinden hemen sonra bir başkasının "Sefaletimizi mi çekiyorsun, sen burada bu insanlardan izin aldın mı, ben bunun görülmesini istemiyorum" diyerek işe taş koyması, daha sonra kütüphanedeki çekimin kütüphanecinin gözüne batması ve çarşıda bir çekimden beni vazgeçirmesi de bundan bağımsız değildi, kurgu yapmaya üşendiği için filmde bir aksiyon olmadığından şikayet eden yaptığım çekimlerden de atıl durumdaki Atahan da, parasız ve son derece yoğun bir durumda bulunurken bir atalet halini anlatmanın konuşmaktan başka bir yolu olmadığını da anlamıştır umarım, çünkü kimsenin bir mizansen çalışmak ve oynamak için zaman ve enerjisi mevcut değildi, kamusal alanı tripodla çekmek de öyle.
Baştaki alıntı aksini söylese de bu dışarıda da böyle mi yoksa buraya mı has merak ediyorum: İnsanlar kendilerinin anlatılmasını istemiyor. "Neden anlatıyorsun bu benim hayatım bilinmesini istemiyorum." diyiveriyorlar, sosyal medya ile bu nasıl bir dönüşüm yaşadı ya da yaşadı mı bilmiyorum neticede oradakiler birer persona, peki neden istemiyorlar, ölümsüz olma ve hatırlanma fırsatı kolay bulunur bir şey olmasa gerek, Roberto Bolaño, yazarların unutulmaz olma burnu büyüklüğüyle alay etmekte haklıydı, öte yandan tarihe geçmek ve unutulmamak zaten gerçekleşmesi oldukça zayıf bir ihtimal, bu ihtimalin varlığına bile düşman olmak ister istemez ben de acaba düşündükleri şu mu hissiyatı yaratıyor. "Ölmek ve hiç varolmamış olmak istiyorum bunun için ardımda hiçbir iz bırakmak istemiyorum." Aynı şey günlük tutma anı yazma alışkanlığının azlığı için de benzer olsa gerek, geçmişte günlük tutamiyordum çünkü yazdıkça hayatımın ne kadar berbat olduğuna ilişkin bir kanıt meydana geliyor ve içim daha da sıkılıyordu. Bir insan niye günlük tutmaz, neden hatırlanmak istemez neden iz bırakmak istemeyen bir suçlu gibi davranır sorusunun yanıtını vermek kolay değil, ona en yakın şeyse bu "Hayat berbat, bugün yok, yarın yok, hiçbir şey yok, analarımızla çocuklarımız arasında, 5'ten 9'a Allah ve bulgur pilavıyla tüm bunların bitmesini bekliyoruz."
- Mustafa Özaydın