Sefalet Güneşte Daha Az Acı Verir
Dün sabah ağaçta miyavlayan bir kedinin sesiyle uyandım. Sarı pis kedi bunu püskürtmüş, insin diye ağacın altında bekliyor. Bir şekilde aşağı indi bizim bahçeye girdi. Daha önce gördüklerimden değil. Bizimkiler alışır da gitmez diye kovalamaya çalışıyor, hiç anlamıyor. Seveyim diye elimi atıyorum, kaçmıyor, tutup havaya kaldırıyorum beyaz çok temiz tüyleri var. Sonbahar geliyor, bağdan göçülecek. -Evvelki gün dolu yağdı, tadı tuzluydu, hayra alamet olmasa gerek, kütüphaneden dönerken fare gibi ıslandım.- Bağda yaşayan kediler var, yemek artıklarını tavuk kemikleri vs. onlara veriyoruz. Avlandıklarını da gördüm bir iki kez.
Yazın iyi ama kış çok sert, yine de bir kısmı kışı atlatıyor. Bizim “Duman” onlardan, geçen yaz yavruydu. Bu onlardan değil, etrafı bilmiyor, diğer kediler bunu burada barındırmazlar gibi duruyor. Sokakta doğmak başka sokağa atılmak başka. İnsanlar gerçekten kötü, çocuklar istedi diye ya da her nedense terk etmek için hayvan sahipleniyorlar. Biz de çok insaflı olduğumuzdan değil, ne zaman Erman’a veterinerden ilaç soralım ya da gelsin baksın desem, nasıl olsa kesilecek diyorlar. -Baharda ben okuldayken bizimkiler iki kuzu aldı: Erman ve Avatar. Erman dengesini toplayamıyor ve bazen dikilirken değil ama koşarken falan yere yıkılıyor ve Avatar’dan daha zayıf.-
Abimden kediyi kutuya koyup sitelerin oraya götürme fikri çıktı. Onların bir yere gittiği yok, yaz kış oradalar. Kediyi kutuya koyup ağzını kapattım, kucağıma aldım ama mesafe o kadar da kısa değil ya havasız kalırsa, kutuda bir delik açalım dedik. Babama seslendim, ne dediğimi mi anlamadı kutunun kapağını kapatmaya kutuya bastırıp kartonları çapraz getirmeye uğraşıyordu, sanki kediyi kargoya vereceğiz. Kedi de kaçmaya uğraşıyor diye boğacak hayvanı, dediğimi anlasa da kutuyu şişlerdi herhalde. Kediye “Mestan” yerine “Schrödinger” desek belki daha iyi, kediye neden isim koyuyorsunuz ve neden Mestan sorularının muhatabı da ben değilim: Abim “Onun elinden öyle ince işler gelmez.” diyor. Yol yordam bilmediği kesin, genetik olsa gerek. Kedi balık gibi fırlıyor, kutuyu kenara atıyorum. Hayvana da boşa eziyet ettik, buralarda takılsın. Ekmek almaya gideceğim, yanıma bir yirmilik alıyorum, üç ekmek 21 lira tutuyor çünkü kimsenin bilmek istemediği bir savaşın içindeyiz. Kediyi de peşinden çağır senle gelsin diyorlar. Abim “Kutuya koymadan aklıma gelmişti.” diyor, müthiş bir zekâ. Gel pisi pisi, geliyor. Hatta hevesle koşuyor. Bir yandan da benim Afyon’daki halim gibi neresi burası diye etrafa bakıyor. Yolun aşağısına iniyoruz, güneş yükseliyor. Canı durmak istiyor ama bir şekilde geliyor peşimden, sitelerin yanında bir park var oraya sapıyorum. Yerlerde çekirdek kabukları var demek ki oturulan bir yer, yakınında bir çöp var, yanına ufak tefek bir şeyler bir şeyler koymuşlar. Bizimki parkın çimlerine seriliyor, hava güzel. Beni takip etmediğinden emin olarak fırına yollanıyorum. Burada bizim oradan mutlu olacağın kesin, iyi şanslar.
Elimde ekmekle eve dönüyorum ve bağda onu bir daha görmeyeceğimi düşünüyorum. Ama öyle olmuyor. Bugün akşamüzeri yine bademin oradan sesi geliyordu. Anlaşılan terk edildiği yere dönmekte kedi de bizim kadar inatçı.
-Mustafa Özaydın