Kitap Bülteni
Bukowski - Michele Botton
Michele Botton’ın yazdığı Letizia Cadonici ve Francesco Segala’nın çizdiği Bukowski, Karakarga Yayınları tarafından yayımlandı.
Charles Bukowski’nin komik biyografisi…
Roman, yazarın baskıcı babası ve ciddi özgüven sorunları olan eziyetli gençliğinden başlar ve farklı işlerle geçirdiği yılların ardından sadece yazarak yaşamasını mümkün kılan yayıncı John Martin ile kırk yaşının üzerinde tanışmasına kadar sürükler bizi. Michele Botton, olağanüstü bir dehanın samimi portresini, yazarın kendisinin birinci tekil şahıs ağzından, filtresiz, kendine has diliyle anlatır. Bu yüzden çizgi romanın senaryosu neredeyse Bukowski’nin kendisine aitmiş gibi görünüyor.
Bukowski, Letizia Cadonici’nin çizimleri, Francesco Segala’nın parlak renkleriyle Karakarga Yayınları etiketiyle okuruyla buluşuyor.
Ben Bukowski’yim. Charles ya da Hank, hangisini tercih edersen. Evet ben O’yum; yazar, şair, ayyaş, kahpe, ille de bu sırayla değil. Peki ya benim hayatım? Hayatım damlatan bir musluk gibi, hiçbir zaman olması gerektiği gibi işlemeyen… Ben bir avareyim. Birinci sınıf bir pislik olan babamı suçlamak kolay olurdu. Gerçek şu ki kötü bir karakterim var, alkolün dibini buluyorum ve kazandığım tüm parayı yarışlarda yiyorum. Düzgün bir işte dikiş tutturmayı bilmek şöyle dursun, çenemi kapatıp zamanında işe gitmeyi bile beceremiyorum! Daha iyi hissetmek için yazmalıyım. Bir de güzel hatunların yanında olmalıyım… Yine de çoğunlukla fahişeleri çekiyorum. Halâ hayatımı bilmek istiyor musun?
Düzenini Arayan Osmanlı:
Eski Rejimden Meşrutiyet’e Osmanlı’da Siyasal Çatışma ve Rejimler
Çağdaş Sümer
Osmanlı tarihini devlet-toplum karşıtlığı üzerinden okuyan ve özellikle İmparatorluğun uzun on dokuzuncu yüzyılında yaşanan siyasal çatışmaları milliyetçiliklerin kaçınılmaz mücadelesini merkeze alarak açıklamaya çalışan hâkim yaklaşımlar, giderek daha fazla itiraz ve eleştiriyle karşılaşmaktadır. Bununla birlikte, söz konusu hâkim yaklaşımların yerini alabilecek, bütünlüklü bir alternatif anlatının inşası için daha fazla kuramsal tartışma ve ampirik araştırmaya duyulan ihtiyaç azalmamıştır. Bu ihtiyacın giderilmesinde hayati önem taşıyan sınıf mücadelesi odaklı çözümlemeler, Osmanlı tarih yazımının ‘‘kayıp halkası’’ olmayı sürdürmektedir.
Düzenini Arayan Osmanlı, Eski Rejimden II. Meşrutiyet’e uzanan uzun bir dönem boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nda devlet oluşumunun farklı evreleriyle siyasal çatışma dinamikleri arasındaki ‘‘eş-kurucu’’ ilişkiye odaklanarak, sınıf mücadelesi odaklı bir anlatının oluşmasına ve ‘‘kayıp halkanın’’ ortaya çıkarılmasına katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Bir yandan Osmanlı eski rejiminin sonunu getiren kriz dinamiklerini ele alan çalışma, diğer yandan da demokratik devrim, pasif devrim ve karşıdevrim uğraklarının özgüllüklerini ortaya koyarak Marksist burjuva devrimi kuramını Osmanlı örneği üzerinden yeniden tartışmaktadır.
İmparatorluğun farklı tarihsel coğrafyalarında sınıf mücadelesinin ürünü olan çeşitli siyasal çatışmaları ayrıntılı bir şekilde değerlendiren kitap, devlet-toplum, seçkin-madun, Müslüman-Gayrimüslim gibi ikiliklerin ötesine geçen bir çözümleme önermektedir. Düzenini Arayan Osmanlı, günümüzde büyük anlatılardan uzak durma ve aşırı uzmanlaşma eğilimleri nedeniyle bir kenara bırakılan 1960’ların verimli“düzen tartışmaları”nı yeni araştırma ve yaklaşımların ışığında sürdürmeye yönelik bir çağrı olarak da okunmalıdır.
‘‘Osmanlı İmparatorluğu’ndaki çoklu kriz dinamiklerini, farklı siyasal çatışmaları ve devlet aygıtındaki değişim ve dönüşümü bütünlüklü ve ilişkisel bir şekilde kavrama çabasının ürünü olan ve Marksizmin açıklayıcı gücünü bir kez de Osmanlı çalışmaları bağlamında ortaya koyan Düzenini Arayan Osmanlı’yı, sadece konunun uzmanlarının değil, Osmanlı’ya, tarihe ve Marksizme meraklı herkesin ilgiyle okuyacağını umuyorum.’’
Fatih Yaşlı
Koloni - Audrey Magee
İrlandaca can çekişiyor ama daha ölmedi!
İrlanda'nın dört bir tarafının şiddetli patlamalarla sarsıldığı 1979 yazında, İngiliz bir ressam inzivaya çekilip uçurumların resmini yapmak üzere İrlanda'nın batı kıyılarında sadece doksan iki kişinin yaşadığı kayalık bir adaya gider. Kısa süre sonra aynı adaya Fransız bir dilbilimcinin de yolu düşer. Dilbilimci, İngilizceye yenik düştüğü için ölmekte olan adanın dilini kayıt altına alıp, adını akademik çevrelerde duyurma hevesindeyken ressam da burada yapacağı çizimlerle kendisini Londra'nın sanat camiasına kanıtlama arzusundadır. Birbirlerinden pek haz etmeyen bu iki yabancı, adadaki yerlileri hiç hesaba katmadan kişisel çıkarlarının peşinden koşarken bambaşka gerçeklerle yüzleşmek durumunda kalır.
Audrey Magee, âdeta bir tiyatro metnini andıran güçlü diyaloglar üzerinde kurduğu bu alegorik romanında, kendi gerçekliklerini sorgularken çevrelerindeki kültürel yabancılaşmaya kayıtsız kalamayan iki adamın portresini ustalıkla çiziyor.
Sömürgeciliğin karanlık yüzünü kimlik bunalımı, dil seçimi ve kültürel çatışmalar ekseninde gösteren
Koloni; kişisel olan ile politik olan arasındaki ilişkiye temas ederek kesişme noktalarında ''can çekişen'' değerlerin ilelebet yaşama olasılıkları hakkında düşündürüyor.
''Artık yaşlandım, vücudum zayıfladı ama hafızam güçlü. Ben seksen dokuz sene önce burada, bu adada doğdum. Doğumumdan bu yana çok zaman geçti ve dünya artık farklı bir yer. Bazı açılardan daha iyi, bazı açılardan daha kötü.''
Vergi-Ordu Sistemleri ve Geçiş Tartışmaları - Oğuz Oyan
Bu kitapta önemli olduğu kadar zor ve karmaşık sorulara yanıt aranmaktadır. Örneğin kapitalizm öncesinin sınıflı toplumlarında ordu oluşturma sistemleri ile vergi sistemleri arasında karşılıklı belirlenme ilişkisi var mıdır? Varsa, bu ilişki farklı tarihsel dönemlerde, farklı üretim tarzlarında ve bunların farklı aşamalarında hangi biçimleri almıştır? Hititlerden Eski Yunan’a ve Roma’ya, oradan Franklara, Bizans’a ve Osmanlı’ya kadar evrimin doğrultusu ne yöndedir?
Meiji Dönemi Japonya’sı, tarımsal artığın sanayileşmenin finansmanına aktarılması bakımından tipik bir iktisadi kalkınma örneği iken aynı dönemin Osmanlı Devleti bunun tam zıttında yer almıştır. Bunun tarihsel/sınıfsal nedenleri nelerdir? Cumhuriyet Türkiye’si bunu telafi edebilmiş midir?
Osmanlı’da büyük çiftlikler ile kapitalizme geçiş arasında farklı dönemlerde ve farklı bölgelerde ne gibi bağlantılar oluşmuştur? Osmanlı tarımında kapitalizme geçiş tartışmaları hangi noktadadır? Balkan ülkelerinde köklü toprak reformlarına gidilirken Cumhuriyet’te 1950’lere kadar çiftliklerin nüfuzu neden kırılamamıştır?
Kitapta, ayrıca, önde gelen iktisat tarihçilerimizden İşaya Üşür’ün kapitalizme geçiş tartışmalarına yaptığı katkı üzerinde duruluyor. M. Dobb, H. Pirenne, W. Sombart ve M. Weber de tartışmaya dâhil edilerek İşaya Üşür’ün görüşlerinin eleştirel bir değerlendirmesi yapılıyor.
Edebi Gazetecilik: Gazeteci Kurgusuyla Toplumsal Eleştiri
Ömer Aytaç Aykaç
Bu kitap; “Amerika Birleşik Devletleri'nin Edebî Gazetecilik Serüveni”, “20. Yüzyılın Edebî Gazetecilik Anlayışı”, “Yitik Kuşak'ın Gazeteci-Romancıları” gibi başlıklar altında, Amerikalı önemli gazetecileri, kapsamlı bir şekilde ele alacak şekilde hazırlandı. Ernest Hemingway, John Steinbeck ve John Dos Passos gibi önde gelen yazarların gazeteciliklerinin, edebî eserlerinin arka planında yer almış olması, kitabın merkezinde yer almaktadır. Öte yandan Toplumsal Eleştiri, Toplumcu Gerçekçilik gibi önemli kuramsal yaklaşımlar, bu çalışmanın temelinde yer alan önemli konular arasında bulunmaktadır. Kitap, yukarıda sunulan başlıklar ve bu başlıkların altına dâhil edilebilecek birçok ismi ve dönemi kapsayan bir çalışma olarak tasarlanmıştır. Buna ek olarak aynı amaca hizmet eden farklı türler olması gerçeğinden hareketle gazetecilik ve edebiyat gibi iki önemli disipline büyük bir yer de ayrıldı.
Kitapta, edebiyat ve gazetecilik, önce bağımsız birer tür olarak, daha sonra birlikte işleyen bir mekanizmanın iki ayrı çarkı olarak irdelenmeye çalışıldı. Edebî gazetecilik olarak adlandırılan fakat özelde “Yitik Kuşak'ın Gazeteci Romancıları”na dair kapsamlı bir çalışma özelliği taşıyan bu eser hem gazeteci kurguları hem de toplumsal eleştirel bir yöntem ile ele alınması dışında aynı zamanda bağımsız türleri bir araya getiren bir kılavuza dönüştürüldü. Ayrıca günümüz eleştirmenlerinin büyük bir kısmının, yeterince çalışılmadığını iddia ettikleri ve tartıştıkları konulardan biri olarak görülen edebî gazetecilik alanına katkı sunmak şiarıyla kaleme alındı.
Eser, öncelikle Platon ve Aristo'nun edebiyata dair düşüncelerinden çağdaş edebî kuramlarına kadar geniş bir çerçeveyi kapsayan edebî bir kuramsal altyapı ile temellendirilmeye çalışıldı. Bu temellendirme yapılırken gazetecilik ile edebiyat arasındaki ilişkiyi, yakınlığı ve zıtlığı ele alan bazı çalışmalardan da faydalanıldı ve çalışma, literatüre akademik bir katkı sunma hedefiyle çerçevelendirildi. Bu bağlamda Amerika Birleşik Devletleri'nin içinden geçtiği; politik, ekonomik ve sosyolojik açıdan çalkantılı bir dönem olan Büyük Buhran'da yazan, Yitik Kuşak'ın en önemli isimlerinden sayılan üç yazar üzerinden toplumsal eleştirel bir okuma yapılması amaçlandı. 20. yüzyılın ilk döneminde yaşanan Büyük Buhran başta olmak üzere I. ve II. Dünya Savaşları, İspanya İç Savaşı, Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı gibi bunalımlı dönemlere tanıklık eden birçok yazarın edebî gazetecilik kapsamına alınabilecek eserleri üzerinden hazırlanan bu çalışmada, bu yazarların, edipliklerinden daha az bilinen gazetecilik geçmişleri ile gazetecilikteki tecrübeleri ön plana çıkarılmaya çalışıldı. Hâliyle bu isimler, dünyaca ünlü roman yazarları olarak değil gazeteci-edebiyatçılar olarak ele alındılar. Çalışma ayrıca toplumsal eleştiri çatısı altında bulunan, Marksizm temelli bir kuram olan toplumcu gerçekçi bakış açısı ile kuramsal bir çerçeveye de oturtulmaya çalışıldı. Edebî gazetecilik alanında bir kaynak olacak şekilde detaylandırıldı.
Demirel - Tanıl Bora
Süleyman Demirel... Türkiye’nin 1960’lardan 2000’lere uzanan siyasal tarihinin en önemli figürüydü. Bu tarihsel dönemde DP’nin Su İşleri Müdürlüğü’nden Cumhurbaşkanlığı’na uzun bir yol kat etti. Neredeyse “hep başbakan”dı. Kurduğu 7 hükümetin 2’si askerî darbeyle devrildi; her iki darbeyi de atlatıp siyasal hayatına devam edebildi. 1960’ların, 1970’lerin, 1980’lerin ve 1990’ların siyasi zeminini tahkim etmişti; iktisadi hayatının da fikir babasıydı. Anti-komünizmle sarmalanmış bir sağ siyaset aklının, propaganda biçiminin ve demagojiyi de ihmal etmeyen bir söyleyişin ya da söylemeyişin erbabıydı. Ancak hiç kuşkusuz kendine mahsus bir dilin ve kelamın da sahibiydi. Milliyetçi ve muhafazakâr hoşnutsuzlukları devletle barıştırarak, “devlet fikri”nin adamlığına uzanan bir siyasal kariyere ulaştı. “Devlet aklı”nın mühendisliğini yaptı!
Tanıl Bora’nın kaleme aldığı Demirel biyografisi, bir şahsın hayat hikâyesiyle sınırlı olmayan, Türkiye’nin 1940’lardan 2000’lere kadarki sosyal, siyasal, kültürel, zihinsel tarihinin çarpıcı bir anlatımını sunuyor. Siyasal dünyanın da, gündelik hayatın da, milletin de, devletin de dönüşümünün Demirel portresinden yansımasına bakıyor; Demirel’in dilinden ve elinden dökülen bir tarihin yanı sıra, o tarihin o dilden neler çektiğini de kapsamlı bir şekilde inceliyor. Tanıl Bora’nın kaleme aldığı bu biyografi, anekdotlarla örülü bir Demirel öyküsü değil, bir fenomen etrafında ülkenin en önemli siyasal döneminin tarihini anlatıyor – üstelik çok uzun bir dönemin!